Bu sorunun birden fazla cevabı var. İş yerinde verimin yüksek olmasını sağlayan mekan mı iyi tasarlanmıştır? Ya da kullanıcılarının sağlıklı bir çevrede var olabilmelerine olanak sağlayanı mı? İhtiyaçları karşılayan çözümlerin ekonomik olması mı “iyi bir tasarım” ortaya koyar yoksa?
Günün sonunda, bir iç mekanın amacı, o mekanın fonksiyonunu karşılayabilmek ve kullanıcının anlamlı şekillerde etkileşim kurmasına yardım etmektir. Bunu yapmanın bir yolu ise, beş temel duyuyu harekete geçiren alanlar tasarlamaktır: görme, ses, dokunma, koku ve tat.
Bireyler olarak, duyularımızla bilgi alır ve algılarız (algı). Sonra, bu bilgiyi bizim realitemizi şekillendiren anlayışımıza (bilişe) işleriz. Büyümekte olan bir çocukken, çevremizdekileri görmek, dokunmak, koklamak, tatmak ve dinlemek gibi yöntemlerle, dünyayı “anlamaya” çalışıyorduk. Beynimizde oluşan çoklu duyusal bağlantılar, yetişkin bir bireyde de aynı şekilde anlam ve hafıza yaratmayı sağlar.
Duyularımızı tekil olarak düşünmemize rağmen, beş duyu esasen birlikte çalışırlar. İnsanlar objeleri ve mekanları, görmenin yanı sıra ses ve dokunuşla da algılıyorlar. İnsanlar, titreşimleri hissederek ve hareketleri gözlemleyerek de sesleri tecrübe ediyorlar. Ne kadar çok duyuyla deneyimlersek mekanı, bir ana, nesneye, uzaya o kadar güçlü bir şekilde bağlanırız. Sonuç olarak, yaşadığımız ve çalıştığımız yerlerde tasarım parametrelerini düşünürken, duyusal deneyimi de dahil etmek mekanın niteliklerine büyük katkı sağlayacaktır.
İyi aydınlatılmış, renkleri, dokuları görünür kılan, zeminden tavana malzeme seçiminde düşünülerek seçim yapılmış, doğru havalandırma sistemleriyle temiz hava sunabilen mekanlar tasarlamak, hem insan sağlığı hem de üretilen tasarımın niteliği anlamında büyük önem arz ediyor.